Tutkumuzu bulmaya gerçekten ihtiyacımız var mı?
- Reha Kuldaşlı

- 1 Kas
- 2 dakikada okunur
Günümüzün neoliberal öğretilerinde tutku, çoğu zaman bize özgürlük getiren bir şey gibi anlatılır. Sanki “gerçek tutkusunu” bulan kişi zincirlerinden kurtulup sonsuz bir refah içinde yaşamaya başlayacakmış gibi. Fakat tutku, esasında insanı özgürleştirmekten ziyade esir eden bir duygu değil mi? Belki de tutkudan ziyade, tükenmeden emek verebileceğimiz bir değer ve özgürlük alanına ihtiyacımız var. Çünkü üretmek ya da yaratmak her zaman keyifli bir süreç değildir; aksine, çoğu zaman bir tür dehşet içerir. Bu dehşete rağmen devam edebilmek için kendi varlığımızla bir ahenk yakalamak gerekir.
Kendi varlığımızla ahenkli olmak ne demek?
Kabaca aklımızın, yani düşüncelerimizin, duygularımız ve bedenimizle bir ahenk içinde olması demek. Çağımızın öğretileri bize sürekli kolay hazlara yönelmemizi, acıdan kaçınmamızı söylüyor. Lakin bu gerçekten mümkün mü?
Arzu, doğası itibarıyla hiçbir zaman tam olarak tatmin olamaz. İştahına sunulan deneyim çeşitliliğini tüketerek tamamlanmaz. Bunun sonu, çoğumuzun hayatında en az bir kez hissettiği o kocaman boşluk hissidir. Kanımca bu boşluğu, doldurulması gereken değil, fark edilip dönüştürülmesi gereken bir boşluk olarak görmek gerek.
Mesele, hedonizmde olduğu gibi arzuyu sürekli tatmin etmek ya da Budist öğretilerde olduğu gibi arzuyu öldürmek değil. Bence her iki uç da hem imkânsız hem de manasızdır. Asıl meselenin, arzuyu tanıyıp dönüştürebilmekte yattığını düşünüyorum.
Ama nasıl?
Belki kendimize şu soruyu sorabiliriz: Neyin sıkıntısına severek katlanırım?
İnsan yalnızca anlamlı bulduğu bir sıkıntıya severek katlanır. “Sıkıntı” derken hem can sıkıntısını hem de hayatta karşılaştığımız zorlukları kastediyorum. Bu soruya vereceğimiz cevapla haz-acı ekseninden çıkarak anlam ve değer odaklı düşünmeye başlayabiliriz. Bilincimizde veya bilinçdışımızda yatan anlamı açığa çıkardığımızda da yönümüzü buna göre şekillendirebiliriz.
Şayet bir şey bizim için bir zorunluluksa, o halde taşıdığı anlamı görmek onu değerli kılabilir. Yaptığımız bir şey, örneğin bir sanat ya da zanaat faaliyeti, bizi bu anlamla buluşturuyorsa, kaynaklarımızı bu faaliyet üzerinde yoğunlaştırmanın yollarını arayabiliriz.
Başka bir deyişle, asıl mesele, arzu ile anlamın yaklaştığı/kesiştiği noktayı bulmak gibi görünüyor. Herkesin hayatı biricik olduğundan, bu yaklaşma/kesişme noktaları herkes için farklı olacaktır. Dolayısıyla hiç kimse herkese uygun bir reçete sunamaz. Ama doğru soruları sormayı başarabilirsek, hem kendimiz hem de çevremiz için daha anlamlı, daha değerli ve belki de çok daha keyifli bir hayat sürmeye başlayabiliriz.





